Ayrı ayrı kayaçlarda yürütülen tellür bazlı çalışmalar elektrik özdirencinin ya da doğal elektrik geriliminin var olduğunu açığa çıkardı. Bu enerjinin asıl kaynağı günümüzde hala bilinmiyor; ancak, kayaçların elektrik üretiminin günlük çevrimlerin, gökcisimleri çevrimlerinin ve yüz(lerce) yılda bir olan değişimlerin etkisinde kaldığı gerçeği, bu enerjinin kozmik kökenli olduğunu düşündürmekte. “Yeryuvarındaki kayaçların gerçekte kozmik enerjiyi -çektiği-” açıklaması getirilebilir.
Bilim insanları son yıllarda, Einstein tarafından öngörülmüş olan, çekim dalgalarının gökcisimleri patlamaları, çift yıldızların dönüşü ve “kara delikler” olarak adlandırılan yıldız kütlelerinin çekim etkisiyle çarpışmaları yoluyla üretilmesi olasılığını tartışmaya başlamışlardır. Elektromanyetik tayfa eşdeğer yeni bir tayf oluşturan bu çekim ışınımı yeryuvarını tüm yönlerden yıkar. Bu son derece içe etkiyen ışınımın, içinde bulunduğumuz galaksi de dahil, çekim merkezlerinden [dışarıya] son derece yoğun biçimde aktığının kanıtları bulunmuştur. Bu enerji çok yoğun niceliktedir ve yeryuvarını tümüyle, bir uçtan diğerine aşar. Toplam enerji devasa ölçüde, hatta toplam ışık ve ısı ışımasına eşdeğer olabilir. Bu masif ya da yoğun kütlelerin uzay kaynaklı bu ışınımı yakalayıp elektriğe dönüştürmelerinin nedeni günümüzde bilinmemektedir. Bunun, fotoselde [ışık hücresinde] ışığın elektriğe dönüşmesine benzer bir süreç olduğu söylenebilir; ancak, bu yeni bir teknolojidir ve bu konuda pek bir şey bilinmemektedir.
Kayaçlar Elektrik Üretmekte
Laboratuvar boyutunda belirli kayaçlardan, galvanik, manyetik ya da bilinen diğer etkenlerden tümüyle bağımsız olarak 700 milivolt düzeyinde doğrusal akım üretilmiştir. Kullanılabilirlik standartlarına göre bu son derece düşük bir üretim olsa da, sadece bir başlangıç olduğu kabul edilmelidir. Çekirdek bölünmesi (fizyon) örneğinde olduğu gibi, gelecekteki ilerlemeler bu potansiyeli devasa ölçekte artırabilir. Hatırlanmasına gerek duyulan, çekirdek bölünmesinin ilk kanıtının Enrico Fermi’nin, Lise Meitner’ın ve diğer araştırıcıların duyarlı katot ışını oskiloskoplarında ortaya çıkmış olduğudur. Bu araştırıcıların o dönemde atom bombasının muazzam gücü ya da ileriki yıllarda gündeme gelebilecek olan atom gücünün kullanılması konusunda hiçbir düşünceleri yoktu. Kayaçlardaki elektrik bugün aynı durumda olabilir ve olasılıkla da çevresel tehlikelerden ya da politik düşüncelerden tümüyle bağımsız olarak enerji krizlerine bir çözüm sağlayabilir.
Arka Plan
Yazar 1931-33 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Araştırma Laboratuvarı’nda (Bellevue, Vaşington) “Masif ve yüksek-yoğunluklu potasyum yalıtkanların anomali gösteren davranışı” konusunda araştırma yürütmekteydi. Bu dönemde, yüksek yoğunluklu belirli yalıtkanların elektrik özdirencinin güneşteki ve yıldızlardaki günlük değişimlerin etkisi altında kaldığını ortaya çıkaran kanıtlar elde edildi. Sonuçlar tam anlamıyla beklenmedikti.
Deniz Kuvvetlerinin sponsorluğunda (/desteğiyle) Zanesville, Ohio’daki (1937) yeraltı istasyonlarında ve Pensilvanya Üniversitesi, Philadelphia’da (1939) [yürütülen-çn] sonraki çalışmalarda bu bulgular doğrulandı ve ayın etkilerini de kapsayacak biçimde genişletildi. Büyük ölçüde çarpıcı ay etkisi düzeltmeleri nedeniyle, gayrı resmi olarak bu hareketin gerçekte çekim doğalı olduğuna inanılmakla birlikte daha ileri düzeyde doğrulamalar için yayımlanması askıda bırakıldı.
Araştırmalar II. Dünya Savaşı’nda kesintiye uğradı; ancak, 1944 yılında Kaliforniya’da Townsend Brown Vakfı (Ohio kökenli ve kar amacı gütmeyen bir kuruluş) tarafından yeniden başlatıldı ve iki yörede (Laguna Beach ve Los Angeles, California -Kaliforniya-), özel olarak inşa edilmiş ve sıcaklığı sabit tutulacak biçimde yalıtılmış laboratuvar odalarında sürdürüldü.
Bu ilk (doğuda ulaşılan) sonuçlar, özellikle de ayın etkisi, olasılıkla zaman dilimi ve jeofizik farklılıklar nedeniyle kesin olarak doğrulanmadı ve bu da karışıklığa yol açtı. Otomatik kayıtlar 1944-49 yılları arasında dört yılı aşkın bir süre boyunca sür[dürül]mesine karşın, sonuçlar hiçbir biçimde Doğu’da ulaşılmış ilk sonuçlarla doğrudan karşılaştırılabilir görünmedi. Bu nedenle de, çekim kökenine ilişkin hiçbir yorum getirilmedi.
1950-70 yılları arasındaki 20 yıllık dönemde Vakıf, bu alandaki araştırmaları sürdürdü; ancak, [çalışmayı-çn] öncelikle masif yalıtkanların elektrokinetik etkilerine (baryum titanat bloklarının ve diğerlerinin hareketine) yönlendirdi. Bu çalışmalar ABD’de ve Fransa’da yürütüldü.
Bu araştırmalar titizlikle denetlenen deney koşullarında yüksek-basınçlı deney odalarında (300 kV’ye ulaşan) çok yüksek gerilimlerin kullanılmasını da kapsadı. Bu, çekim kuramını geliştirmek ve daha önceki anlaşmazlıkları çözmeye kalkışmak için uygulandı. Yine de, [sonuçların-çn] yayımlanması daha açık bir kavranışı sağlanıncaya değin ertelendi.
1970 yılında, otomatik kayıtlar Güney Kaliforniya kıyılarının 28 mil (~45 km) açığındaki Catalina Adasında göreceli olarak yalıtılmış bir alanda geliştirilmiş bilgisayar-tipi donanımla yeniden başlatıldı. Çabalar çekim ışımasının ortaya çıkarılmasına ve ölçümüne yöneltildi. Bu, olasılıkla keşfedilmemiş bir enerji kaynağını gösteren, uzay kaynaklı çekim dalgalarının var olup olmadığı sorununu çözümlemek için uygulanmaktaydı.
Masif yalıtkanlardaki direnç değişimlerini kullanarak rezonanslı olmayan (/tınılamayan) algılayıcılar tasarımına özel dikkat harcandı. Bu, genelde değişik malzemelerde, ağır metallerde ve yarı iletkenlerde oluşan direnç anomalilerinin (/sapmalarının) araştırılmasına olanak sağladı. Gerçek yıldız zamanı ile korele edilebilen (/ilişkilendirilen) değişiklikleri araştırmak ve bu yolla da galaksinin merkezinden geldiği varsayılan çekim ışımasının gerçek kaynağını belirleme çabasına yönelik olarak, [deniz düzeyine göre-çn] değişik yüksekliklerde gözlemler yapıldı.
Otomatik kayıtlama donanımı, deniz düzeyinden yüksek bölgelerdeki gözlemler için (10 000 ft ~ 3 000 m yükseklikte) 1974 yılında Hawaii Jeofizik Enstitüsü’nün Haleakala Dağı Gözlemevi’ne (Maui, Havayi) ve 1975 yılında da Havayi Üniversitesi’nde, Honolulu, bir yeraltı sığınağına taşındı ve kayıtlama, masif volkanik kayaçlarda gün boyunca [kesintisiz-çn] sürdürüldü.
Şimdiye değin, bu gözlemler bu olgusal değişimlerin nedeninin, taşlar da dahil masif yoğun-potasyum yalıtkan gereçlerde radyo frekans gürültüsünün kendiliğinden üretilmesinin yanı sıra dirençteki değişimler olabildiğini gösterir gibidir. Bu açıdan, bu, yeni bir enerji kaynağının kesin kanıtı olabilir. Bu kaynağın uzaydan (ya da benzer bir enerji kaynağından) yüksek-enerjili çekim ışımasının akışından doğan, çekim kaynaklı olup olmadığı belirlemeyi beklemektedir.
Çevrimsel (çevrimli) etkiler konusundaki çalışmalar ilintili iki olgunun varlığını gösterir gibi görünür: yalıtkan gereçlerde kütlenin ve yalıtkan sabitinin bir fonksiyonu olarak kendiliğinden üretilen radyo frekans gürültüsü (geniş spektral band aralığı) ve masif kayaçlardaki elektrik özdirenç (doğru akım). Bu sonuçlar, “kayaçtaki” elektrikle tanıtlanan enerjinin olasılıkla uzayın derinliklerinden kaynaklanan kuşatıcı çekim ışımasından kaynaklandığı düşüncesini doğurur.
Kayaçtaki elektrik örneğinde, radyo frekansından doğrusal akıma dönüşme olasılıkla kayaçta (bir transistörde olduğu gibi bir katı hal fonksiyonu) gerçekleşir. Kayacın doğal sığası (kapasitesi) doğru akımı depolamaya yarar ve böylece de neredeyse sürekli elektrik üretimi gözlenir. Bir anlamda, kayaç yarı-kalıcı bir elektriksel çift-kutupluya ya da elektrete dönüşür; ancak, gerçekte, çevresinden kazandığı enerjiyi sürekli olarak dönüştüren bir işlev taşır.

Kayaçlar Birbirlerinden Farklıdır
Çok sayıda değişik kayaçta çalışılmıştır. Granit ve yoğun lav akıntıları şimdiye değin en yüksek gerilim (voltaj) çıkışını sergilemişlerdir. Kurşun ve diğer ağır metaller dahil, diğer kayaçlar elektrik üretiminin (etki çekim kaynaklı ise beklenecek olduğu gibi) kütlenin bir fonksiyonu olduğunu kanıtlar gibi görünmektedir.
Kayaçlar, evreleri bir kayaçtan diğerine farklılık gösteren geniş bir çevrim modeli çeşitlenmesi sergilerler. Bu olgu, farklı her bir kayacın uyum sağladığı çekim (dalga) spektral aralığının (radyo frekansının) bir ölçüde farklı olduğu biçiminde yorumlanabilir. Bu nedenle, her bir kayaç (uzay kaynaklı) çok geniş spektral aralıklı kuşatıcı akışın sadece rezonans içinde olduğu bölümüne karşı duyarlıdır. Bu etki, değişik frekanslara ayarlanan radyo alıcılarına benzer.
Bir Deprem Habercisi
Bu araştırmanın ilginç bir diğer yönü, jeofizik ile -daha özel olarak da yerkabuğundaki kayaçların tektonik gerilme etkisi altında dilinimlenmeden hemen önceki elektriksel davranışları ile olan ilintisidir. Büyük depremlerin hemen öncesinde şiddetli elektriksel değişimlerin (“elektriksel nabız atışlarının”) oluşabildiği kesin bir olasılık olarak görünür. Bu yöndeki çalışmalar Kaliforniya’da sürdürülmektedir.
Sonuç
Enerji açlığı çeken bir dünya için “kayaçların ürettiği elektrik”, nükleer enerjinin doğasında içkin olan tehlikeleri taşımayan olası bir yeni enerji kaynağı olarak mükemmel bir çözüm olabilir.
[Bu konuda-çn] herhangi bir olumlu sonuca ulaşmak için çok sayıda kuramsal ve ampirik (/görgül) çalışmanın tamamlanması gerekir. Bu bir meydan okumadır.
Kaynakça
Brown, T. T. 2006. Electrical Self-Potential in Rocks, qualight.com, 15 Nisan 2006 tarihinde ulaşılmıştır.
Çevirinin eksiklikleri ve yanlışlarını düzelten Dursun BAYRAK’a teşekkürler.
Yazar adı ve yayın adı kaynak belirtilerek özgürce kullanılabilir.
Brown, T. T., 2006. Kayaçlarda Doğal Elektrik Gerilimi (Kayaçlarda Elektrik Özdirenci), çev. Bayrak, D., ve Güler, B., yerbilimleri.com
Electrical Self-Potential in Rocks
Published in Psychic Observer, Vol. XXXVII, No. 1
Studies of telluric electricity, as related to individual rocks, have revealed the existence of electrical self-potential. The true source of this energy is not now known, but the fact that the electrical output of rocks undergoes diurnal cycles, sidereal cycles and secular variations, appears to indicate that the energy has a cosmic origin. One might express it – “that the rocks of the Earth may actually be ‘tapping’ cosmic energy.”
In recent years, scientists have speculated on the possibility, predicted by Einstein, that gravitational waves are generated by stellar explosions, rotation of binary stars and the gravitational collapse of stellar masses into so-called “black holes.” This gravitational radiation, constituting a whole new spectrum equivalent to the electromagnetic spectrum, bathes the Earth from every direction. There is evidence that this extremely penetrating radiation may be coming with greatest intensity from the centers of gravities, including our own galaxy. It passes, in large measure, completely thru the Earth. The total energy may be enormous, even equaling the total radiation of light and heat. Why it is that massive or dense materials act to intercept this radiation from space and transform it into electricity is not now known. One may say it is a process analogous to the conversion of light into electricity, as in the photocell, but this is a new technology and very little is known about it.
Rocks Generate Electricity
Certain laboratory-size rocks have developed as much as 700 millivolts, dc, quite independent of galvanic, magnetic or other known factors. While this is an extremely low output in useful standards, one must recognize that this is only the beginning. Future development, as in the case of nuclear fission, may increase the potential enormously. One need only recall that the first evidence of atomic fission (1934-1939) appeared on sensitive cathode ray oscilloscopes of Enrico Fermi, Lise Meitner and others. They had no idea at that time of the tremendous power of atomic bombs or of the use to which atomic power could be put in the years to come. Rock electricity may be in that position today, possibly offering a solution to our energy crises, completely free from environmental hazards or political considerations.
Background
From 1931 to 1933, the author conducted research at the Naval Research Laboratory (Bellevue, Washington, D.C.) on the “Anomalous Behavior of Massive High-K Dielectrics.” During this time, evidence was obtained which revealed that the electrical resistivity of certain high-density dielectrics undergoes solar and sidereal diurnal changes. The results were completely unexpected.
In subsequent work, at Navy-sponsored underground field stations at Zanesville, Ohio (1937) and at the University of Pennsylvania, Philadelphia (1939), these findings were confirmed and extended to include lunar effects. Largely because of the striking lunar corrections, it was believed informally that the action was actually gravitational in nature, but publication was withheld pending further confirmation.
The investigation was interrupted by World War II but was resumed again in 1944 in California by the Townsend Brown Foundation (an Ohio non-profit corporation) and was carried forward in two locations (Laguna Beach and Los Angeles, Calif.) in specially-constructed shielded rooms at constant temperature.
The earlier (Eastern) results were not specifically confirmed in California, especially the lunar effects, caused possibly by time zone and geophysical differences, and this caused confusion. Although the automatic recordings continued for more than four years (1944-1949), the results never appeared to be directly compatible with the earlier results in the East. Hence, no interpretation as to the gravitational origin was pursued.
During the 20 year period from 1950 to 1970, research in this field was continued by the Foundation but was directed more toward the electrokinetic effects of massive dielectrics (movement of barium titanate blocks, etc.). These studies were performed in the United States and France. They involved the use of very high voltages (up to 300 KV) in high-vacuum test chambers under rigorously controlled test conditions. This was done to advance gravitational theory and to attempt to resolve the earlier conflicts. Again, publication was withheld until a clearer understanding could be obtained.
In 1970, using improved computer-type equipment, automatic recordings were resumed in a relatively isolated location on Catalina Island, 28 miles off the coast of Southern California. The effort was directed toward the detection and measurement of gravitational radiation. This was done to resolve the question as to the existence of gravitational waves from space, possibly indicating an undiscovered source of energy.
Special attention was paid to the design of non-resonant sensors utilizing resistance changes in massive dielectrics. This led to an investigation of resistance anomalies which generally occur in various materials, heavy metals and semi-conductors. Observations were conducted at various altitudes in an effort to detect changes correlated with sidereal time and hence, pinpoint the origin of gravitational radiation suspected to come from the center of the galaxy.
In 1974, automatic recording equipment was moved to the Mt. Haleakala Observatory (Maui) of the Hawaii Institute of Geophysics, for high-altitude observations (10,000 ft.) and in 1975 it was moved to an underground vault – University of Hawaii in Honolulu – where recording, using massive volcanic rocks, was continued day and night.
To date, these observations seem to indicate that the cause of the phenomenal variations can be found in the changes in resistivity together with spontaneous generation of rf noise in massive high-k dielectric materials, including stone. As such, it could represent the first conclusive evidence of a new source of energy. Whether this is of gravitational origin, arising from the influx of high-frequency gravitational radiation from space (or some similar energy source), remains to be determined.
Studies of the cyclic effects appear to indicate the existence of two related phenomena, namely; radio frequency noise (wide range of spectral bands) spontaneously and intrinsically generated in dielectric materials as a function of mass and dielectric constant; and, self-potential (dc) in massive rocks. These conclusions lead to the hypothesis that the energy represented in “rock” electricity, probably does originate in the ambient gravitational radiation from depths of space.
In the case of rock electricity, rectification from rf to dc, presumably, takes place within the rock (as a solid state function – like a transistor). The natural capacitance of the rock serves to store the rectified dc, so that more or less continuous output is observed. In a sense, the rock becomes a quasi-permanent electric dipole or electret but, actually, is a continuous converter of energy received from its environment.
Rocks Are Not Alike
Many different rocks have been studied. Granite and dense lava rocks so far have shown the greatest voltage output. Other rocks, containing lead or other heavy metals seem to indicate that the electrical output is a function of mass (which is to be expected if the effect is gravitational).
Rocks also have a wide variety of cyclic patterns, the phasing of which differs from one rock or another. The interpretation of this phenomenon might be that the gravitational (wave) spectral band (rf) to which each individual rock is attuned is slightly different. Hence, each rock senses only that portion of the very broad spectrum of the ambient flux (from space) to which it is resonant. The effect is similar to radio receivers tuned to different frequencies.
As an Earthquake Precursor
Another interesting facet of this research is its relation to geophysics – more particularly the electrical behavior of the Earth’s crustal rocks subject to tectonic stress and prior to cleavage. There appears to be a distinct possibility that violent electrical changes (“glitches”) occur which could preface dangerous earthquakes. These studies are being continued in California.
Conclusion
As a possible new source of energy for an energy-starved world, without the dangers inherent in nuclear power, “rock electricity” may prove the ultimate answer.
A great amount of theoretical and empirical work must be completed before any positive conclusion can be reached. It is a challenge.