Giriş
Bu makalede, Bursa-Eskişehir-Afyon fay zonu (BEAZ) ile Muğla-Afyon fay zonu (MAZ) arasında yer alan bölüm (Şaroğlu vd. 1987) Batı Anadolu Tektonik Kaması olarak tanımlanmıştır. Her iki fay zonu batıya açılan devrik “V” şeklinde bir geometri ile bölgeyi sınırlamaktadır (Şekil 1). Bu sınırların kuzeyde Ege Denizi’ne, güneyde ise Akdeniz’e kadar devam etmesi olasılıdır. Şekil 1’de görüldüğü gibi MAZ, Muğla’dan güneybatıya doğru olasılı çizilmiştir ve Datça Fay zonuna karşılık gelecek şekilde devam edebilir. Aynı şekilde; Aksu vd. (2009)’un, deniz tabanında ortaya koydukları sol yönlü doğrultu atımlı fayın da, MAZ’ın denizdeki devamı olduğu söylenebilir (Şekil 2).



Fay zonları olarak tanımlanan bu süreksizlikler tek bir çizgi ile ifade edilemeyecek şekilde farklı yapıların geliştiği bir zon niteliğindedir. Diğer bir değişle, bu zonların farklı noktalarında normal, ters, doğrultu atımlı faylar ve açılma çatlakları gibi çeşitli yapısal şekillerin karmaşası bulunmaktadır. Örneğin, Boray vd. (1985) Muğla-Afyon fay zonunu normal fay bileşenli sol yönlü doğrultu atımlı fay olarak tanımlamışlardır. Daha sonra yapılan çalışmalarda bu zonun bir normal fay özelliğinde olduğu belirtilmiştir (Alçiçek vd., 2006). Ancak tüm araştırmalarda varılan ortak nokta bu zonun birbirinden farklı jeodinamik özelliğe sahip olan Isparta Dirseği ile Batı Anadolu’yu ayıran bir zon olduğudur (Emre vd., 2013 ve 2018; Kaymakçı vd., 2017). Bölgenin kuzeyini sınırlayan Bursa-Eskişehir-Afyon fay zonu üzerinde bu amaçla yapılan çalışmalar sınırlıdır. Konu ile ilgili çalışmaların çoğu Eskişehir’den geçen ve 1953’te bir depremle sınanmış olan Eskişehir Fayı üzerinde odaklanmaktadır. Bu alanda da araştırıcıların çalıştıkları yöredeki gözlemlere göre normal fay (Gözler vd., 1984-1985) veya sağ yönlü doğrultu atımlı bir fay zonu olduğu (Şaroğlu vd., 1987, 1992 ve 2005) belirtilmiştir. Bu gözlemler tanımlanan zonun yapısal karmaşasını göstermektedir (Boray vd., 1985; Kürçer vd., 2016).
Bölgenin neotektoniği ile ilgili çok sayıda yayın bulunmaktadır. Tüm bu yayınlarda neotektoniğin başlangıcı belli bir zaman aralığına göre kabul edilerek günümüze kadar yapısal evrim yorumlanmaktadır. Bu tip yaklaşımlarda neotektonik başlangıç için baz alınan bilgilerin hatalı olması evrimi yanlış sonuçlara ulaştırmaktadır. Bu makale, Batı Anadolu’daki güncel deformasyonu arazi gözlemlerine göre tanımlayıp, jeolojik evrimi daha eski deformasyonlara doğru götürmenin doğru olacağı düşüncesiyle yazılmıştır. Amaca sağlıklı bir şekilde yaklaşabilmek için Batı Anadolu’da bulunan kaya toplulukları özet olarak tanımlanıp geçirdikleri jeodinamik süreçler anlatılacaktır. Bölgenin jeodinamik evrimini inceleyen Yılmaz (2017)’de, son yıllarda toplanan yeni verilere rağmen, Batı Anadolu’nun jeolojisi ile ilgili bazı önemli sorunların çözülmediğini vurgulamıştır. Jeodinamik süreçleri açıklayabilmek için olaylara Anadolu ve çevresi boyutuyla bakılacaktır.
Batı Anadolu’da Bulunan Kaya Toplulukları
Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından yenilenen 1/500.000 ölçekli jeoloji haritasına bakıldığında (Konak vd., 1987; Konak 2002; Konak ve Şenel 2002) bölgede birbirinden farklı yaş, kaya türü ve tektonik stille ayrılabilen kaya topluluklarının olduğu görülür. Yılmaz (2017)’de, bölgenin jeodinamiğini kapsayacak şekilde kaya topluluklarını ayrıntılı bir şekilde irdelemiştir. Bu makalede, litostratigrafik birimler ayrı ayrı anlatılmamıştır. Birim bazında bölge jeolojisini anlatma yerine, her jeodinamik süreçte bütünlük oluşturan kayalar birer kaya topluluğu olarak alınmıştır. Bu mantık çerçevesinde, bölgede bulunan kaya toplulukları yaşlıdan gence doğru özet olarak şöyle sıralanabilir (Şekil 3).

Bölgede bulunan en yaşlı kaya topluluğu metamorfitler olup; gnays, metagranit, şist ve mermerlerden oluşur. Yayınlarda bu paketteki kayalar, yaşlıdan gence doğru azalan metamorfizma derecesine göre alt birimlere ayrılmıştır. Bazı çalışmalarda da kayaların içerdiği mineral topluluklarına göre metamorfik fasiyeslere ayırtlanmıştır (Konak vd., 1987; Candan vd., 1992; Dora vd., 1992; Erdoğan ve Güngör, 1992). Bu birimlerin yaşları Prekambriyen – Geç Paleozoyik olarak kabul edilmektedir. Birim yayınlarda Menderes Masifi olarak adlandırılmaktadır. Özer vd. (2001)’de, Menderes Masifi’nin üst seviyesi olarak kabul ettikleri karbonatların içinde buldukları fosillere göre Üst Kretase yaşından bahsetmektedirler.
Bölgede bulunan diğer bir kaya topluluğu ofiyolitler ile bunlara eşlik eden pelajik kireçtaşı, çamurtaşı, kırıntılılar ve melanjdan oluşmaktadır. Birimin Triyas (?) – Geç Kretase aralığında gelişmiş olduğu ve İzmir-Ankara Zonu’nu temsil ettiği düşünülmektedir (Erdoğan, 1990; Okay ve Siyako, 1993).
Batı Anadolu’da yaygın olarak gözlenen üçüncü kaya topluluğu kırıntılılar ve karbonatlı kayalardan oluşur (Şekil 4).


Gölsel ve/veya akarsu fasiyesinde olan bu kayalar eş yaşlı olarak değişik havzalarda çökelmişlerdir. Bu döneme ait bazı kayaların daha önce karstlaşma sonucunda ortaya çıkmış olan polye türü çökelim alanlarında oluştuğu önerilmektedir (Şaroğlu vd., 1987; Şaroğlu ve Yılmaz, 1990; Emre vd., 1998; Şaroğlu vd., 2015). Önerilen bölgenin hem doğusunda hem de güneyinde Torosları ve Anadolu’nun büyük bir kısmını kaplayan Üst Oligosen-Alt Miyosen denizel fasiyesi, bu alanda sadece Kale-Tavas çevresinde yüzeylenmektedir. Bu büyük transgresyon, Menderes Masifi ve çevresine ulaşmamıştır. Bu gibi çökellerin etrafının daha yaşlı kireçtaşıyla sınırlanmış olduğu gözlenebilmektedir. Bölgede çökellerle eş yaşlı olarak asidik karakterde magmatik kayalar bulunmaktadır. Bu paket içinde kabul edilen Oligosen yaşlı asidik volkanizmanın yoğun olduğu yerlerdeki kaya toplulukları çekirdek kompleks özelliği göstermektedir (Okay ve Satır, 2000). Bu kaya toplulukları ile yaşıt geniş alanlarda yüzeylenen granit mostraları bulunmaktadır. Bu kaya topluluklarının diğer bir özelliği Erken Miyosen yaşlı olan istiflerinde yüksek kalorili kömür seviyelerinin varlığıdır (Nebert, 1978). Üçüncü paket olarak tanımlanan bu kaya toplulukları Oligosen-Erken Miyosen yaşlıdır. Bölgenin çok sınırlı alanlarında Geç Eosen ve Geç Miyosen yaşlı kayalar gözlenmiştir (Helvacı ve Yağmurlu, 1995; Helvacı, 1995; Helvacı ve Orti, 1998; Helvacı, 2015; Helvacı, 2019). Bu birimlerin paketlerdeki konumları tartışmalıdır. Candan vd. (1992)’de, Menderes Metamorfiklerini ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Bu yayında, Menderes Masifi’nin naplı yapıya sahip olduğu ve Eosen yaşlı kaya toplulukların da bu metamorfizmaya katıldıkları belirtilmiştir. Bu makalenin amacında önemli bir değişiklik getirmeyeceği için, bu birimlerin konumları tartışılmayacaktır.
Batı Anadolu’da bulunan en genç kaya topluluğu Pliyosen’de başlayıp Kuvaterner’e kadar devam eden birimlerden oluşur. Pliyosen yaşlı birimler etkin tektoniği ifade eden kırıntılı kaya toplulukları ile bunlara eşlik eden travertenimsi dokulu kireçtaşlarından meydana gelir. Birimler bölgenin büyük bir bölümünde benzer fasiyes özelliklerinde izlenebilmektedir. Tektoniğin yoğun olduğu yerlerde çökellerin içinde slump yapıları ile sin-sedimanter tektonik yapılar mevcuttur (Şekil 5).


Sakin çökelim alanlarında ise düşük kalorili kömürler bu seviyelerin arasında bulunmaktadır (Nebert, 1978). Paket içinde bulunan Kuvaterner yaşlı çökeller günümüz morfolojisine yansımış çöküntü alanlarında yerleşmişlerdir. Akarsu çökelleri ile eş yaşlı kolüvyal malzemeden oluşmuşlardır. İçlerinde Erken Kuvaterner’e ait yaş bulguları bulunmaktır (Ünay vd., 1995; Hakyemez vd., 2013).
Kuvaterner yaşlı birimler günümüz izole çökelim alanları içinde yer aldıklarından, farklı alanlardaki çökeller ile korele etmek veya birleştirmek söz konusu değildir.
Batı Anadolu’da var olan kaya toplulukları Geç Oligosen’den beri karasal ortamda çökeldikleri, birbirlerine benzer kayalardan oluştukları ve bazı alanlarda sürempoze olduğu görülmektedir. Bu gibi alanlarda Üst Oligosen-günümüz zaman aralığının tektonik evrimini çıkarmakta yanılgılar bulunmaktadır.
Batı Anadolu’ya ait olduğu tanımlanan bu kaya toplulukları güneyde Muğla-Bodrum (Boray vd., 1975 ve 1985), batıda Karaburun yarımadası (Erdoğan, 1990), güneydoğuda Toros Dağları’na (Konak ve Şener, 2002) ve kuzeyde Sakarya Kıtası’na ait (Bingöl vd., 1975; Okay vd., 1991) kaya toplulukları tarafından tektonik dokanaklarla sarılmaktadır. Bu yazının amacı bölgede yaşanmış olan tüm jeodinamik süreçleri aydınlatmak değildir. Amaç, bölgede yaşanan jeodinamik süreçler dikkate alınarak, neotektonik dönem havzalarındaki deformasyonları aydınlatmaktır.
Konuya açıklık getirmek, jeolojik süreçlerde meydana gelen deformasyonların neden olduğunu, sebep-sonuç ilişkileri kurarak aydınlatmak ile gerçekleşir. Bu sorulara yanıt bulmak için araştırmanın bölgesi dışına taşıp tüm Anadolu ve yakın çevresini içine alacak şekilde irdelenmesi gerekmektedir.
Anadolu’nun Jeodinamiğie Genel Bir Bakış
Türkiye Jeolojisi ile ilgili çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunları bu yayında dile getirmek konunun çok dışına çıkar. Ancak MTA, bu çalışmaları değerlendirerek 1/500.000 ölçekli haritalar şeklinde yayımlamıştır. Yayınların çoğunda olduğu gibi MTA’nın bu haritalarında da ayırtlanabilen kaya türleri ve bu kaya türlerinin fasiyeslerini tanımlama ötesinde bilgi içermemektedir. 1981 yılında Şengör ve Yılmaz tarafından yayımlanan makalede Geç Paleoyozik’ten günümüze kadar gelişen jeodinamik süreçler anlatılmıştır. Her iki yayın birbirini tamamlar niteliktedir. Şengör ve Yılmaz (1981)’de, Geç Paleozoyik’ten günümüze kadar geçen zaman içinde, Anadolu ve yakın çevresinin jeodinamiğini Tetis Okyanusu’nun açılması, kapanması ve sonrası meydana gelen kıta-kıta çarpışmalarına bağlamaktadırlar. Tetis’in farklı kollarının açılması, kapanması ve kapanma sonrası çarpışmaları bölgeye farklı tektonik stiller kazandırmıştır. Kıta-kıta çarpışmaları sonrası orojenez olarak tanımlanan dağ oluşumları meydana gelmiştir. İşte bu olaylar zincirinin kendi içinde bir bütünlük sağlayarak Geç Paleozoyik’ten günümüze kadar evrimini anlatmak bu makalenin (Şengör ve Yılmaz, 1981, 1983) içinde yer almaktadır. 1981’de yapılan bu yayından sonra sınırlı alanlarda bazı düzeltmeler önerilmiş ise de önerilen modelde önemli değişiklik henüz olmamıştır.
Anadolu’da meydana gelen en son tektonik rejim değişikliğinden bir önceki döneme ait jeolojik konum ile neotektonik evrim özet olarak Şengör (1980) ile Şengör ve Yılmaz (1981) makalelerinden alınmıştır. Tetis Okyanusu’nun Geç Paleozoyik’ten beri açılıp kapanması birer rejim değişikliği üretmiştir. Tetis Denizi’nin Orta? – Geç Miyosen’de Güneydoğu Anadolu’da en son kapanması, yeni bir tektonik rejim ortaya çıkarmıştır. İşte günümüze kadar devam ettiği kabul gören bu rejimde kıta-kıta çarpışması gerçekleşmiştir. Arap Levhası ile Avrasya Levhası arasında meydana gelen bu çarpışmadan, Anadolu ve yakın çevresinde yeni bir tektonik rejim ortaya çıkmıştır (Şengör, 1980; Şengör vd., 1985; Şaroğlu, 1985; Şaroğlu ve Yılmaz, 1985). Türkiye’nin neotektoniği ile ilgili yapılmış olan çalışmalar Şengör vd. (1985), Bozkurt (2001) ve Emre vd. (2013) yayınlarında ayrıntılı bir şekilde görülebilir. Bu makalede tanımlayacağımız alandaki güncel deformasyon oluşumuna yanıt bulmaya yarar sağlayacağı için Türkiye’nin neotektoniğine öz olarak bakılacaktır.
Erken Miyosen’de Güneydoğu Anadolu’da Lice Baseni diye de tanımlanan denizel bir çökelim alanı bulunmaktadır. Yer yer olistolitleri kapsayan yüksek enerjili çökelimlerin varlığı bu denizin derin olduğunu göstermektedir. Çökellerin altında okyanusal kabuğun varlığı tartışmalıdır. Ancak kayaların çökeldiği denizin Tetis olduğu kesindir. Lice Baseni’nin çökelme ortamının kuzeyinde ve güneyinde karbonatlarla temsil edilen sığ denizel fasiyesli birimler bulunmaktadır (Perinçek, 1980). Geç Miyosen’de güneydeki Arap Levhasıyla kuzeydeki Avrasya Levhası’nın birbirlerine yaklaşması sonucunda Lice Baseni kapanmıştır. Bu kapanma sonucunda kıta-kıta çarpışması gerçekleşmiş ve en son olarak denizin Anadolu’dan çekilmesine neden olmuştur. Olay yorumlanacak olursa, kıta-kıta çarpışması Anadolu ve yakın çevresinde yeni bir rejim değişikliğine neden olmuştur. Bölgede kıta-kıta çarpışması sonucunda sıkıştırma nitelikli yapılar olan kıvrım, bindirme, doğrultu atımlı ana yapıları ile bunlara uyumlu açılma çatlakları ortaya çıkmıştır (Şengör ve Kidd, 1979; Şaroğlu ve Yılmaz, 1985; Şengör vd., 1985; Şaroğlu vd., 1987).
Süreç içinde bu yapılar gelişerek Anadolu’da Doğu Anadolu Sıkışma Bölgesi, Orta Anadolu “Ova” Bölgesi ve Batı Anadolu Genişleme Bölgesi’nde açılmalı rejimin hüküm sürdüğü (Şekil 6) ortaya çıkmıştır (Şengör, 1980; Şengör vd., 1985).

Kuzeyde Kuzey Türk Bölgesi’ni oluşturan Karadeniz Dağları, kuzeybatıda Trakya Havzası ile güneydoğuda kıvrımlar bölgesi aynı rejim altında deforme olan ikincil bölgeler olarak görülmektedir. Günümüzde kabul gören bu neotektonik bölge ayrımı, rejimin zaman içinde deformasyonundaki evrimle ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, Geç Miyosen sonuna kadar tüm Anadolu sıkışarak deformasyona uğramış ve ona uygun kıvrım, bindirme ve doğrultu atımlı faylar gelişmiştir. Erken Pliyosen’de ise Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı birleşerek transform niteliği kazanması sürecinde, bu bölünmeler şekillenmiştir. Her iki fay arasında ortaya çıkan Anadolu Bloğu (veya Levhacığı) batıya doğru kaçmaya başlamıştır (Şekil 6). Anadolu bloğunun batıya kaçışı Batı Anadolu’nun tektonik rejimini değiştirecek kadar etkilemeye başlamıştır. Aynı zaman aralığında Ege’nin güneyinde yer alan dalma batma zonunun, Batı Anadolu’yu etkilemesi de söz konusudur. Neotektonik rejimin başında, Batı Anadolu’nun volkanizması, paleocoğrafyası ve temel kayaları, diğer bölgelerden farklılık göstermektedir. Tüm bu gözlemler, Batı Anadolu’nun neotektoniğinin yorumlanmasında farklı görüşler ortaya çıkarmıştır (Şekil 7).

40 yıllık arazi gözlemlerimize göre;
1) Erken Miyosen sonunda, Anadolu’nun büyük bir bölümünde peneplen veya peneplene yakın bir paleocoğrafya mevcuttu ve buralara güneyden gelen büyük bir transgresyon hareketi ile denizaltında bulunmaktaydı. Aynı zamanda Batı Anadolu ise deniz seviyesinden yüksekte kara halindeydi (Şekil 7). Önerilen bölgenin doğusunda ve güneyinde, Kale-Tavas arasında, denizel Oligosen mostraları olmakla beraber, aynı denizel kayaların Menderes Masifi ve çevresinde yüzeylendiğine dair hiçbir veri bulunmamaktadır.
2) Anadolu’da sınırlı düzeyde varolan volkanizma bazalt-andezit türü kayalarla temsil edilmekte ve olasılıkla derine doğru daralarak ilerlemekteydi.
Batı Anadolu’da eş yaşlı olarak asidik karakterde, granit, diyorit ve andezit türü kaya topluluklarından oluşan magmatizma mevcuttur. Bu kaya toplulukları derine doğru genişleyerek devam eden batolitler şeklindeydi. Andezitik çıkışların çoğu dom yapılıydı.
3) Bu dönemde Anadolu’nun yaygın kaya topluluğu okyanus ürünü sütur zonları ile bu okyanusların kenar denizlerine ait kayalarından oluşmakta iken, Batı Anadolu’da yaşı Prekambriyen’e kadar uzanan gnayslardan, granitlerden, şistlerden ve mermerlerden oluşan bir kabuk bulunmaktaydı.
Bu nedenle, Geç Miyosen’de, Andolu’da başlayan kıta-kıta çarpışması ürünü deformasyonda gelişen yapılar, Doğu ve Orta Anadolu’da yalın ve tanımlanabilecek nitelikte olmasına karşın, Batı Anadolu’da daha karmaşık bir deformasyon oluşmuştur.
4) Doğu Anadolu’nun neotektonik dönemi, Arabistan ve Avrasya’nın kıta-kıta çarpışması sonucunda oluşan bir deformasyonla tanımlanmakta ve batıya doğru ise Afrika Levhası’nın dalma-batma etkinliğinin etkisi de söz konusudur. Dolayısıyla, Batı Anadolu’yu etkileyen faktörler daha komplekstir.
5) Erken Miyosen’de Anadolu’nun batısı dışındaki alanlarda büyük bir transgresyon ürünü denizel karbonatlar ile bu transgresyonun ilerisinde yer alan lagüner karakterde (jips, tuz, çamurtaşı) çökellerden ibaret kayalar ile temsil edilirken, Batı Anadolu’da tam tersine Oligosen sonunda hızla ülke yükselmiş, aşınmış ve bir batolit niteliğindeki granitler yerleşmiştir. Daha önceleri kalın bir kabuk ve buna bağlı yerleşen granitlerin hızlı bir şekilde yüzeye çıkması nedeniyle bu yükselimin sonucu olarak farklı alanlarda gölsel çökeller ve kömürlerle temsil edilen havzalar yer almıştır. Erken Miyosen’e doğru Anadolu’nun tümünde sıcak iklim hüküm sürmüştür. Bu süreçte, Anadolu’nun denizlerinde resifler gelişirken Batı Anadolu karasında hızlı bir karstlaşma meydana gelmiştir. Karstik oluşumun sonucunda, ortaya çıkmış olan, olasılıkla büyük polyeler şeklinde çökelim alanları da oluşmuştur. Durgun olan ortam nedeniyle bu alanlarda yüksek kalorili kömürler oluşmuştur. Bunlar için en iyi örnek Soma ve Tire Kömür Havzalarıdır (Helvacı ve Yağmurlu, 1995; Şaroğlu vd., 2015).
Yukarıda tanımlamaya çalıştığımız nedenlerle Geç Miyosen’de, Anadolu’da başlayan kıta-kıta çarpışmasının etkileri Anadolu’nun diğer alanlarında olduğu gibi Batı Anadolu’da da, o kadar sade ve sıradan olmamıştır.
Batı Anadolu’da deformasyonu etkileyen faktörlerin en önemlilerinden biri eski kaya toplulukları arasındaki süreksizlikler, deformasyona karşılık farklı dayanım gösteren kayalar ve magmatizmadır. Daha önemlisi ise, yeni dönem çökelleri ile Erken Miyosen dönem çökellerinin sürempoze olduğu alanlarda, çökelim ve deformasyon farklılığı zor açıklanabilmektedir. Bölgede neotektonik dönem jeodinamiğinin kompleks olması nedeniyle çok sayıda araştırmada farklı yorumlar veya sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu konuda yapılan araştırmaların çoğu lokal alanları kapsamaktadır. Söz konusu lokal araştırmalarda elde edilen veriler, bölgenin geneline yorumlanmaktadır. Bu araştırmalarda tanımlanan deformasyon modellerinin çoğunda Basin and Range ile ilgili araştırmalardan yararlanılmıştır (Rojay vd., 2005; Seyitoğlu ve Işık, 2015).
Anlaşılmaktadır ki, başlangıç olarak anılan tanımlarda olabilecek hatalar sonuçlara büyük yanlışlıklara neden olmaktadır. Bu makaledeki amaç, farklı yorumlardan ve sonuçlardan yararlanarak Oligosen’den başlayarak günümüze doğru evrimi anlatmak değildir. O hâlde, önce Batı Anadolu’da süregelen bugünkü deformasyon ortaya çıkarılıp, sonra zamanda geriye doğru giderek zaman içinde gelişmiş olan diğer olayları tanımlamak en doğru yöntemdir.
Batı Anadolu’nun Neotektoniği ile İlgili Görüşler
Batı Anadolu neotektoniği ile ilgili yayınların çoğunda iki konu baz alınmaktadır. Birinci konu Doğu-Batı uzun eksenli havzaların varlığı, ikincisi ise bu havzaların tabanlarında var olan çökellerin yaşlarıdır. Konu ile ilgili araştırmalarda bölgenin neotektonik dönemde Kuzey-Güney yönlü genişlediği ve bu genişlemenin sonucunda da Horst–Graben oluştuğu vurgulanmaktadır (Şimşek, 1982; Seyitoğlu ve Işık, 2015). Bu görüşü savunan makalelerin çoğunda gerilmenin detachment faylarla geliştiği anlatılmaktadır. Aynı yayınlarda benzeri alanlarda olduğu gibi tüm bölgeyi etkileyecek boyutta ve kilometrelerce sürüklenimin yer aldığı modellenmektedir. Bölge için yapılan ilk yayınlarda, Bingöl (1976), Dewey ve Şengör (1979), Şengör (1980), Şengör (1982), Şengör vd. (1985) makalelerinde, Batı Anadolu’da var olan Doğu-Batı uzanımlı grabenlerin oluşumuna, Anadolu Bloğu’nun batıya kaçışının neden olduğu anlatılmaktadır. Aynı yayınlarda, batıya doğru kaçan Anadolu Bloğu’nun daha batısında Kuzey Anadolu Fayı’nın devamı kabul edilen bir makaslama zonunun varlığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla Anadolu Bloğu’nun batıya kaçışı, bu makaslama zonu tarafından engellenmekte ve sıkışarak Doğu-Batı uzanımlı çoğu açılma çatlaklarının kontrol ettiği grabenlerin geliştiği yorumlanmaktadır.
Grabenlerin, Kuzey-Güney yöndeki genişleme tektoniği ile oluştuğunu savunan diğer makalelerde, grabenlerin yaşını da havza tabanlarında bulunan en yaşlı çökellere göre vermektedirler. Erken Miyosen veya Geç Oligosen’e ait istiflerin havza tabanlarında izlendiği yerlerde grabenlere çökel yaşı verilmektedir (Şimşek, 1982; Seyitoğlu ve Işık, 2015). Batı Anadolu’da yapılan haritalamalarda yukarıda tanımlanan istiflerden Geç Miyosen’e kadar olan düzeylerinin kıvrımlı bir yapıya sahip olduğu, antiklinallerin ve senklinallerin geliştiği belirlenmiştir.
Bölgenin neotektoniği ile ilgili yapılan haritalarda uzun eksenleri Kuzey-Kuzeydoğu veya Kuzey-Kuzeybatı olan ve günümüz morfolojisine göre asılı duran başka havzaların da varlığı görülmüştür. Bu deformasyonlar nedeniyle, Şengör vd. (1985), Şaroğlu vd. (1987), Şaroğlu ve Yılmaz (1990) ve Yılmaz vd. (2000) makalelerinde, Batı Anadolu’da Geç Miyosen’e kadar sıkışma tektonik rejiminin hüküm sürdüğünü savunmuşlardır. Koçyiğit vd. (1999) ve Özkaymak vd. (2013) yayınlarında, Miyosen yaşlı kayalardaki kıvrımları haritalayarak sıkışmalı yapıyı ortaya çıkarmıştır. Ancak açılmalı tektoniği daha erken başlatıp, sıkışmalı deformasyonu ara faz olarak kabul etmiştir. Şaroğlu vd. (1987) ve Şaroğlu ve Yılmaz (1990) makalelerinde, Alt Miyosen’den günümüze kadar gelişen yapıların farklı tektonik etkinliğinde geliştiğini ve günümüzde aktif olabilecek bazı doğrultu atımlı fayların varlığını söylemektedirler. Bu yayınlarda, grabenlerin Kuvaterner yaşlı olduğu belirtilmektedir. Arpat ve Bingöl (1969)’da, 28 Mart 1969 tarihli Ms=6,5 büyüklüğündeki Alaşehir Depremi’nden sonra yaptıkları incelemede Gediz Grabeni’nin Kuvaterner yaşlı olduğunu yıllar önce yazmıştır. Aynı şekilde, Ünay vd. (1995), Büyük Menderes Grabeni’nde buldukları fosil topluluğuna dayanarak, bu grabenin de Kuvaterner yaşlı olduğunu vurgulamışlardır.
Batı Anadolu’nun neotektoniği ile ilgili deformasyon modelleri ve yaşları hakkında ortaya çıkmış olan bu görüşlerin çoğu, sınırlı bilgilere dayanan ve dar alanlarda yapılan çalışmalardır. Ancak tüm bu çalışmalarda, Doğu-Batı genel gidişli çökelim alanlarının Kuzey-Güney yönlü açılmalar sonucunda ortaya çıktığı vurgulanmaktadır.
İşte bu karışıklığı ortadan kaldırmak için günümüz deformasyonunu belirlemek ve gerisin geriye olayları irdeleyerek neotektonik dönem deformasyonlarını yorumlamak doğru bir çıkış noktasıdır.
Batı Anadolu’nun Güncel Deformasyonu
Türkiye’nin aktif tektoniği ile ilgili haritalara bakıldığında, aktif olup çoğu depremlerle sınanmış çok sayıda yapısal unsurların varlığı görülür. Bu haritalara tüm Anadolu boyutunda bakıldığında, Batı Anadolu’nun taşıdığı yapısal unsurlara göre özgün bir bölge olduğu görülebilmektedir. Bölge sınırları batıya açılan devrik “V” şeklinde deformasyon zonları ile tanımlanabilmektedir (Şekil 8). Bu bölge makalede, Batı Anadolu Tektonik Kaması olarak adlandırılmıştır.

Bu sınırlar tek bir çizgi şeklinde olmayıp farklı yapısal unsurları ihtiva eden bir zon niteliğindedir. Batı Anadolu Tektonik Kaması olarak tanımlanan bu alanda normal faylar, doğrultu atımlı faylar ve açılma çatlakları gibi farklı karakterde yapılar gelişmiştir (Şekil 9 ve 10).




Batı Anadolu’nun orta bölümünde 28 Mart 1969 tarihli Ms=6,5 büyüklüğündeki Alaşehir ve 28 Mart 1970 tarihli Ms=7,2 büyüklüğündeki Gediz depremlerinde meydana gelen yüzey kırılmalarında izlendiği gibi normal faylar egemendir (Arpat ve Bingöl, 1969). Bölgenin kuzeybatısında sağ yönlü doğrultu atımlı faylar mevcuttur. Bu faylardan birinde 1953 yılında meydana gelen Yenice-Gönen depreminde sağ yönlü doğrultu atımlı kırılmalar ortaya çıkmıştır. Ege bölgesinin kuzeyinde bulunan Manyas Fayı’nda 1964’te meydana gelen depremde normal fay hareketi izlenmiştir. Bölgenin batı bölümünde Kuzeydoğu-Güneybatı genel gidişli sağ yönlü doğrultu atımlı faylar yoğundur. 1992 yılında meydana gelen Doğanbey-Seferihisar depreminde kanıtlandığı şekliyle bu faylar da diridir (Emre vd., 2005). Batı Anadolu olarak tanımlanan bölgenin doğu bölümünde ise normal ve/veya doğrultu atım bileşenli açılma çatlaklarının etkinliği dikkati çekmektedir. 1995 Dinar ve 2002 Çay (Afyon) depremlerinde meydana gelen açılma çatlakları birkaç kilometreye kadar sürekli izlenebilmiştir (Şekil 11).


Hüdai kaplıcası (Afyon-Sandıklı), Pamukkale ve Karahayıt kaplıcaları (Denizli) ile Sarıgöl’de (Manisa) (Gürsoy vd., 1997; Koca vd., 2011; Özkaymak vd., 2017) asismik olarak açılmaların varlığı arazi gözlemleri ile rahat bir şekilde görülebilmektedir (Şekil 12, 13 ve 14).






Batı Anadolu’nun farklı yerlerinde değişik diri yapısal unsurların her biri için deformasyon modellemesi yapıp σ1, σ2 ve σ3 ana eksenlerinin elde edilen konumlarını tüm bölge için genelleştirilerek değerlendirildiğinde birbirlerinden farklı, hatta çelişkili sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu çelişkiler bölgede sebep-sonuç ilişkisini ortaya çıkarmak için daha önceki çalışmalarda söylendiği gibi yalın Kuzey-Güney yönlü gerilmelerle açıklanamamaktadır. Bölgede izlenen tektonik deformasyonları anlatabilmek için daha ayrıntılı güncel bilgilere gereksinim duyulmaktadır.
MTA Genel Müdürlüğü tarafından yenilenen 1/500.000 ölçekli jeoloji haritası üzerine günümüz diri fayları yüklendiğinde bu süreksizliklerin büyük bir bölümünün litolojik farklılık (kaya toplulukları anlamında), paleotektonik yapılar, magmatitler ve/veya morfolojik farklılıklara karşılık geldiği görülür (Göncüoğlu vd., 1996; Emre vd., 2013) (Şekil 15). Göncüoğlu vd. (1996) de bölgede bulunan farklı kaya topluluklarını haritalamışlardır. Haritada ayırdıkları kaya toplulukları arasındaki dokanakların tektonik olması ve mostralarının blok görünümünde olmaları dikkat çekicidir.

Bölgenin, Batı ve Kuzeybatısında egemen olan sağ yönlü doğrultu atımlı fay mekanizması deformasyon modellemesine göre değerlendirildiğinde Kuzey-Güney yönlü uzama yerine Batıya doğru bir uzamayı ifade etmektedir. Bölgenin doğusunda yer alan Sandıklı, Pamukkale, Karahayıt ve Sarıgöl’de gelişmekte olan açılma çatlakları Kuzey veya Kuzeye yakın doğrultuları nedeniyle açılmanın gerektirdiği genişlemenin Doğu-Batı olması söz konusudur. Bunların içinde Sarıgöl’deki asismik yüzey deformasyonları KB-GD doğrultuludur ve genişleme ekseni is KD-GB olduğu görülmektedir (Gürsoy vd., 1997; Özkaymak vd., 2017). Normal fayların etkin olduğu ve Doğu-Batı uzanımlı olan grabenlerin geliştiği alanlara bakıldığında K-G yönlü uzamayı gerektirmektedir. Ancak bu fayların yoğun olduğu yerlere ayrıntılı bakıldığında yörede var olan süreksizliklerin tek tip olarak alanı kaplamadığı, yer yer birbirinden kopuk normal fayların bütünü olduğu ve bunların arasında doğrultu atımlı fayların varlığı görülür. Bu alanlarda deformasyon modeli ortaya çıkarabilmek için konuya yönelik ayrıntılı araştırmalar gerekmektedir. Gediz Grabeni’nde, Alaşehir ve batısına ait petrol amaçlı yapılan sismik araştırmaların değerlendirmelerinde bu düzensizlikler izlenmiştir (Yazman, 1995). Aynı düzensizliklerin Büyük Menderes Grabeni’nde yapılan rezistivite ve MT araştırmalarında da grabenin boydan boya düzenli uzanımları olan faylar rahatlıkla yorumlanamamaktadır (Bozkurt, 2019). Makalenin ileri aşamasında ayrıntılı anlatılacağı gibi, Menderes Bloğu’nun batıya kaçışında ortaya çıkan genişleme alanlarında normal faylar bulunmaktadır. Ancak, Kuzeyde ve Güneyde saptanabilen bu normal faylar, yüksek açılı olup bu tip açılmaların ürünü olduğunu düşünmekteyiz. Örneğin eldeki GPS verilerine bakıldığında, günümüzde bölgedeki etkin hareketin yılda 2-3 cm arasında değişen Batıya doğru hareketlerin varlığı ortaya çıkmaktadır (Şekil 16).

Bölgenin kabuk kalınlığını gösteren haritaya bakıldığında ise kalınlığın (Akçığ 1998; Komut vd. 2012; Arslan 2012) Doğudan Batıya doğru inceldiği, kalınlık değişiminin Doğu-Batı uzanımlı çöküntü alanları olan Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes Grabenlerine karşılık gelmediği görülüyor (Şekil 17 ve 18). Farklı parametrelere göre düzenlenmiş olan gravite haritalarında da aynı trend görülmektedir (Arslan vd. 2010) (Şekil 19).




Bu amaçla Miyosen’den günümüze kadar var olan paleomanyetizma yönelimlerine bakıldığında da düzenli bir yönelimin olmadığı görülür (Şekil 20) (Tapırdamaz vd., 2006; Tapırdamaz, 2008).

Aynı yaşta olan kayalardaki ölçümlerin bazıları saat yönünde dönmeler gösterirken diğer bazı alanlarda ise saatin tersi yönünde dönmeler görülmektedir. Bölgenin dikkati çeken bir diğer özelliği de son yüzyılda meydana gelen depremlere ait fay düzlemi çözümlerinde normal, doğrultu ve ters fay hareketini ifade eden sonuçların elde edilmiş olmasıdır (Şekil 21 ve 22) (Pavlides vd., 1990). Kılıç vd. (2017)’de, 1900- 2012 yılları arasındaki Türkiye ve çevresindeki depremlerin moment tensör çözümleri haritasında görülebildiği gibi, bölgede normal fayların dışında doğrultu atımlı ve seyrekte olsa bindirme bileşenli çözümler bulunmaktadır.



Verilerin Değerlendirilmesi ve Model Önerisi
Yukarıda tanımlanan somut verilere göre Batı Anadolu daha önce yayımlanmış çoğu makalelerde söylendiği şekliyle Kuzey-Güney yönde bir aktif gerilmeye yorumlanacak yeterli veriler bulunmamaktadır. Bunun tersine GPS verilerine göre bölge Batıya doğru ilerlemektedir. Devrik “V” şeklindeki sınırın içinde batıya doğru ilerleyen bölümün içlerinde gelişen süreksizliklerle bloklara ayrılmaktadır. Tüm alanı sembolik olarak bir levhacık kabul edecek olursak levha içinde ortaya çıkan bloklar değişik nedenlerle rotasyonal dönmeler yaparak hareket etmektedirler. Şekil 16’da görüldüğü gibi toplam hareket karada Batı-Güneybatıya doğru gidişli olmakla beraber Ege Denizi’ne doğru Güneybatıya yönelmektedir. Blok dönemlerinin kimi saat yönünde kimi de saatin tersi yönünde olmaktadır. Ayrıca blokların hareket hızları da farklı olmaktadır. Farklı davranış sonucunda bloklar arasında çöküntü alanları ortaya çıkmaktadır. Blokların arasında aynı doğrultuda olmakla beraber farklı hareket yönleri olan doğrultu atımlı faylar da izlenebilmektedir. Blok hareketinin en iyi tanımlanabileceği, modele dönüştürülebileceği iki alan aşağıda anlatılacaktır.
Menderes Bloğu
Bölgenin jeolojisine bakıldığında farklı kaya topluluklarının çoğunun tektonik dokanaklarla bir araya geldiği görülür. Türkiye Diri Fay Haritası ile söz konusu jeoloji haritaları çakıştırıldığında çoğu aktif fayların bu sınırlara karşılık geldiği görülür. Doğal olarak bazı süreksizliklerin de kaya topluluklarının içlerinde de gelişmiş olduğu görülmektedir. Ana süreksizliklerin iyi izlenemediği alanlarda yorumlar yaparak süreksizlikler birleştirildiğinde bölgede tektonik kontrollü birçok blok ayırtlanabilmektedir. Ayrıntılı çalışma yapmadığımız için bu bloklara özel bir ad verilmemiştir (Şekil 23).

Bu blok, ayrımının net yapılabildiği yerlerden biri Menderes Masifi veya Menderes Metamorfitleri olarak belirtilmiş olan alanda yer almaktadır. Blok, Menderes Masifi’nin tüm yayılım alanına karşılık gelmemektedir. Bu yazıda, Menderes Bloğu olarak adlandırılan kısım Menderes Masifi’nde belli süreksizliklerle ayrılmış bir bloktur. Tüm Menderes Masifini kapsamamaktadır. Blok; gnays, granit, şist ve mermerlerden oluşan bir metamorfik komplekstir. Kuzey ve Güney sınırları yaygın Miyo-Pliyosen kaya toplulukları tarafından sarılmaktadır. Süreksizlik düzlemleri sınır kabul edilerek geometrisi ortaya çıkarıldığında Doğu-Batı uzun eksenli elips şeklinde oluğu görülmektedir. Bloğu sınırlayan Kuzey-Güney süreksizlikler Doğuda kesişecek kadar birbirine yaklaşmaktadır. Batıya doğru ise Kuzeydoğu-Güneybatı genel gidişli sağ yönlü doğrultu atımlı faylar tarafından kesilmektedir. Bloğun Kuzeyinde ve Güneyinde bulunan Kuvaterner yaşlı çökellerin havza geometrileri, çökelim cinsi ve tektonik deformasyon tipleri söz konusu havzalarla sınırlıdır. Bu çöküntü alanlarının dışına taşmamaları nedeniyle çöküntü ile eş yaşlı olduğu görülür. Gerek Kuzeydeki Gediz Grabeni’nde (Çöküntüsünde) gerek Güneyde Büyük Menderes Grabeni’nde çöküntülerin içinde geliştiği kesin olan kayalar Kuvaterner yaşlıdır. Bu kaya paketine ait çökellerin aşınım, taşınım ve birikim geometrisiyle havza geometrisini halen korumaktadır. Alüvyonal çökeller ile havza yamaçlarındaki kollüvyal malzemelerle temsil edilirler. Bu çöküntülerdeki kırıntıların yüksek enerjili ortama ait çökellerle temsil edildiği dikkati çekmektedir. Menderes Bloğunun Kuzey ve Güneyinde bulunan havzaların eş yaşlı çökellerinde Kuvaterner yaşlı fosiller saptanmıştır.
Tanımlanan blok Batıya doğru hareket ederek deforme olmaktadır. Bloğun yanlarında bulunan diğer bloklarında Batıya doğru hareket ettiği olasılıdır. Ortaya çıkmış olan deformasyonlar değerlendirildiğinde Menderes Bloğu’nun Batıya doğru gidişinin etrafındaki bloklara göre daha hızlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Blokların Batıya göçü esnasında hız farkından kaynaklanan nedenlerle aralarında açılma ve daralma olmaktadır. İşte açılmaların büyük boyutlara ulaştığı yerler graben geometrisini kazanmıştırlar. Her iki grabende de Menderes Bloğu’nun güncel deformasyon modeli ile ilişkilendirilebileceği herhangi bir volkanik aktivite bulunmamaktadır. Grabenlerde genelde normal faylar egemen olmakla beraber doğrultu atımlı faylar ve açılma çatlakları da izlenebilmektedir (Şekil 24).


Menderes Bloğu’nun kenarlarında yüksek sıcaklıklı termal kaynaklar bulunmaktadır. Bu termal kaynakların dağılımına bakıldığında Büyük Menderes Grabeni’nin (Çöküntüsünün) Kuzey kenarındaki ve Gediz Grabeni’nin (Çöküntüsünün) Güney kenarındaki yani her iki çöküntüde de Menderes Bloğu kenarındaki sınırda daha fazla yoğunlaştığı görülmektedir (Kaya, 2015) (Şekil 25). Büyük Menderes ve Gediz Çöküntüleri’nin içinde jeotermal ısıtıcıya yorumlanabilecek herhangi bir volkanizma yüzeylenmemektedir. Sınırlı alanda yüzeylenen volkanik kayalar 10 milyon yıldan daha yaşlı olup farklı tektonik rejime aittirler. Bu gözlem Menderes Bloğu’nun sınırlarında termal aktiviteyi sağlayan, süreksizliklerin, dolayısıyla tektonik aktivitenin daha fazla olduğu anlamına gelmektedir. Jeotermal üretimi hedef alan jeofizik ölçümleri sonuçlarıyla sondajlardan elde edilen bilgilere göre yüksek açılı fayların akışkanlar için çıkış yolları olduğu görülmüştür. Menderes Bloğu ve yakın çevresini kapsayan bölgesel ölçekli kabuk kalınlığı, gravite haritalarında Kuzey-Güney yönünde gerilmeyi ifade eden değişimler bulunmamaktadır (Yazman, 1995; Bozkurt, 2019). Haritalarda Doğu-Batı yönünde değerlerde değişim çok net bir şekilde izlenebilmektedir.

Menderes Bloğu’nun dışına doğru bakıldığında, Kuzeydoğusunda bu deformasyon döneminde yüzeylenmiş ve mantodan beslenen Kula Volkanitleri görülür (Şekil 26).

Kula Volkanitleri’nin yüzeylendiği alandaki çöküntülerde Gediz ve Menderes Grabenleri’nde daha kalın çökelimler mevcuttur (Ercan, 1981). Bloğun doğusuna denk gelen alanlarda Dinar’da 1995, Afyon-Çay 2002 yılında meydana gelen depremlerde açılma çatlaklarının varlığı izlenmiştir (Şekil 11). Menderes Bloğu’na göre Doğu-Güneydoğuda yer alan Sandıklı ilçesi Hüdai kaplıcasında termal çıkışlara ortam sağlayan açılma çatlakları bulunmaktadır. Bloğun doğusunda Sarıgöl ilçesinde sanat yapılarını bile deforme eden açılma çatlakları aynı şekilde bu alanın KD-GB açıldığının canlı kanıtıdır (Şekil 12 ve 14).
Menderes Bloğu’nun Doğu-Güneydoğusunda bulunan Denizli, Pamukkale ve Karahayıt alanlarında açılma çatlaklarından çıkan yoğun termal akışlar mevcuttur (Altunel ve Hancock, 1993; Altunel ve D’Andria, 2019). Bu alanda yer alan açılma çatlaklarının genel gidişi Kuzey-Kuzeybatı—Güney-Güneydoğudur (Şekil 13 ve 27).

Özalp vd. (2018) tanımladıkları Menderes Bloğu’nun doğusunda yer alan Çivril Grabeninin aktif olan kenar fayları da KD-GB, KB-GD ve D-B doğrultuludur. Havzanın uzun ekseninin Kuzey-Kuzeydoğu—Güney-Güneybatı olduğu dikkat çekicidir (Şekil 28).

Yukarıda yapılan açıklamalarda, Menderes Bloğu’nun Doğusunda kalan alanların Büyük Menderes ve Gediz Çöküntüleri’nde daha fazla açılma olduğuna yorumlanabilecek veriler bulunmaktadır. Örneğin mantodan beslenen Kula volkanizmanın yüzeylenmesi için büyük açılmalar gerekmektedir. Sarıgöl’de, Pamukkale’de ve Sandıklı’da güncel olarak açılmalar devam etmektedir. Bölgenin jeolojisini Doğuya doğru devam ettirdiğimizde, grabenlerden daha fazla Tersiyer çökel varlığı görülmektedir. Son 100 yıldaki deprem aktivitelerine baktığımızda, Gediz Çöküntü Alanı’nda, sadece yıkıcı bir deprem olan, 1969 Alaşehir Depremi meydana gelmiştir. Büyük Menderes Çöküntü Alanı’nda yıkıcı bir deprem tanımlanmamıştır. Bloğun Doğu kenarında ise yoğun deprem etkinliği görülmüştür ve yıkıcı 1995 Dinar, 1970 Gediz, 2002 Çay depremleri meydana gelmiştir. Bu geometrik ilişkiyi, kamaya geliştirecek olursak benzer açılmalar dikkati çekmektedir. Benzer veriler dikkate alınarak, Batı Anadolu Tektonik Kaması aynı aktivitelere dikkat çekmektedir. Tüm bu açıklamalar, çalışılan Menderes Bloğu’nun Doğusunda kalanlarında Büyük Menderes ve Gediz Çöküntülerinde daha fazla açılma olduğunu da kanıtlar niteliktedir.
Menderes Bloğu için söylenebilecek özet: Blok, Batıya doğru hareket etmektedir. Bu hareket esnasında çevresinde bulunan bloklarla arasında açılma ortaya çıkmaktadır. Maksimum açılma bloğun Kuzey-Güney sınırından ziyade Doğusunda olmaktadır. Güncel deformasyonda Menderes Bloğu’nda Kuzey-Güney yönlü ve sıyrılma düzlemleriyle şekillenen büyük gerilmelerin varlığına dair veriler bulunmamaktadır. Gözlemlere göre, sıyrılma düzlemlerinin izlendiği yerlerde yüksek açılı aktif faylar tarafından kesilmektedir.
Menderes Bloğu’nun açık bir şekilde izlenebilen bu deformasyon modeli, bölgede var olan diğer bloklarda da izlenebilmektedir. Ancak her bloğun deformasyonunu kontrol eden paleojeolojik süreçler nedeniyle farklı geometrik yönelimler göstermektedir. Toplanan verilere göre deformasyonu açık olan Tuzla Bölgesi’nin anlatımından sonra yorum ve sonuçlarla makale bitirilecektir.

Çanakkale Tuzla Jeotermal Sahası
Tuzla Jeotermal Sahası, Batı Anadolu Tektonik Kaması olarak da tanımlanan levhacığın Kuzeybatısında bulunmaktadır (Şekil 1 ve 29). Sahanın bulunduğu alan birbirinden kopuk çok sayıda doğrultu atımlı faylar bulundurmaktadır. Yapılmış olan bazı araştırmalara göre söz konusu süreksizlikler Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun Güney koludur (Barka 1992; Duman vd., 2005; Şengör vd., 2005; Kuşçu vd., 2009; Özalp vd., 2013; Seyitoğlu vd., 2016). Diğer araştırmalarda ise Kuzey Anadolu Fayı ile grabenler bölgesi arasında geçiş zonu olarak kabul edilmektedir. Uzel vd. (2013)’te, bu zonu Balıkesir-İzmir geçiş zonu olarak tanımlamışlardır. Bu makalede ise tanımladığımız devrik “V” şekilli alanın içinde yer aldığı vurgulanmaktadır. Diğer bir değişle güncel deformasyonlara göre bölge genelinde olduğu şekliyle Batıya kaçışın şekillendirdiği bir alandır. Tuzla Jeotermal Alanı olarak tanımlanan bu bölgenin, Güneyinde yer alan Edremit Körfezi’nin geometrisi (Şekil 8) ve Kuzey kenarını kontrol eden diri fayı varlığı (Sözbilir vd., 2016) benzeri bir Batıya kaçışın örneğidir. Ancak, bu Batıya devrik “V”nin Güney sınırındaki fay açık bir şekilde izlenemediği için makalemizde detaylandırılmamıştır.
Tuzla Jeotermal Sahası, Ege kıyısı yakınında Tuzla köyünde yer almaktadır. Saha Miyosen yaşlı volkanik aktivite ürünü kayalarla kaplıdır. Asidik karakterde tüf, aglomera ve riyolotik karakterde oluşan bu volkanitler dom yapılı çıkışlarla temsil edilirler. Paleotektonik dönemin son ürünleri olan bu kaya topluluklarının kesip aktif olan bazı süreksizlikler güncel çöküntü alanlarını oluşturmaktadır. Bu çöküntülerin içinde bulunan çok sınırlı çökeller günümüz akarsu alüvyonları ile bunlara ulaşan etek döküntüleri, yamaç molozları ile yelpazelerden oluşan kollüvyal malzemelerden ibarettir. Termal çıkışların ürünü olan çatlak dolguları da bölgede haritalanabilecek boyutlardadır.
Saha, her iki tarafı üzerinde jeotermal çıkışlar bulunan Batıya açık devrik “V” şeklinde bir morfotektonik konumu bulunmaktadır. Havzanın Doğu ucunda 100 °C’de olan su-buhar çıkışı özelliğiyle jeolojik miras niteliğindedir. Havza farklı yönlerde uzanan ve çoğu opal dolgular ihtiva eden çatlaklarla parçalanmıştır. Havzayı sınırlandıran süreksizlikler normal fay, açılma çatlakları ve doğrultu atımlı fayların bileşkeni şeklindedir. Hâkim olan yapının doğrultu atımlı fay bileşenli normal fay olduğu görülmektedir. Bu süreksizlik karmaşasının kesişme yerleri termal çıkış noktalarıdır. Havzayı sınırlandıran ana süreksizlikler Doğuda birleşen ve Batıya açılan devrik “V” şeklinde bir geometrik yönelim göstermektedir. Her iki ana süreksizlik düzlemleri arasında yer alan dilim Batıya hareketiyle alanı genişlemekte bu nedenle açılma çatlakları ile genişleyerek alana yerleşmektedir (Şekil 29b). Bu Batıya kaçış bazı yerlerde kıyıları şekillendirecek boyutta olmaktadır. Edremit ve Gökova Körfezleri, buna örnek verilebilir. Davutlar-Kuşadası arasındaki jeotermal amaçlı çalışmalarda aynı geometrik şekle ulaşılmıştır (Yılmazer vd., 1994).
Tuzla bölgesinde izlenen yapısal unsurlara dayanarak yapılan modellemede kullanılan süreksizlikler Menderes Bloğu’nu kontrol eden süreksizliklerin morfotektonik yapısından farklıdır. Bununla beraber jeodinamik açıdan bölgenin deformasyonu için aynı sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla, Tuzla Jeotermal Sahasını, Batı Anadolu Tektonik Kaması içinde yer alan bir morfotektonik şekil olarak kabul etmekteyiz.
Tartışma ve Sonuç
Toplanan verilere göre, Batı Anadolu Tektonik Kaması olarak adlanan alan, kendine özgü deformasyonu ile ayrı bir tektonik bölgedir. Bu alan, Batıya açılan devrik “V” şeklinde bir geometriye sahiptir. Alan, tümüyle Batı-Güneybatıya doğru hareket etmektedir. Daha kolay tanımlayabilmek için levhacık olarak da adlandırılan alan Batıya hareketi sonucunda kendi içinde parçalanarak bloklara ayrılmaktadır. Blokların hareketleri rotasyonel şekilde olmaktadır. Bu nedenle günümüzde alanlar ağırlıklı olarak normal faylar, açılma çatlakları olmak üzere doğrultu atımlı faylar ve çok sınırlı gözlenen bindirmeler gelişmiştir. Kabuk kalınlığı, gravite ve paleomanyetizma verileri ile bölgede gelen depremlere ait fay düzlem çözümleri bu hareket modelini desteklemektedir. Doğuda bulunan Anadolu Levhacığı’nın Batıya kaçışı, Güneybatıda var olan yitim zonu ve Ege Denizi’nde gözlenen morfotektonik yapılar bu modelin açıklanmasını önemli şekilde destekler niteliktedir.
Arazi verilerine göre yapılan bu modelde, bölgesel bazda jeofizik veriler kullanılmıştır. Yapılacak ayrıntılı kabuk kalınlığı, gravite, manyetik haritalamaları yanında derin sismik veriler modelin geçerliliğini daha fazla açıklayacaktır. Arazi verilerinin yorumlanmasında Kuzey-Güney yönlü genişlemeler ve buna dayanan sıyrılma faylarının etkinliği güncel olarak izlenememektedir. Sınırlı boyutta olan bazı verilerin bölge geneline yorumlanması tartışmalıdır. Zira kullanılan bazı verilerin daha yaşlı deformasyonlara ait olduğu kuvvetle muhtemeldir. Teorik olarak sebep-sonuç ilişkileri değerlendirilerek Kuzey-Güney yönde bölgenin genişlediğini açıklamak söz konusu değildir. Diğer bir değişle, Batı Anadolu’nun bugün Kuzey-Güney genişlediğini gerektiren bir jeodinamik neden bulunmamaktadır.
Toplanan verilere göre bölgenin Batıya levhacık şeklinde hareketin başlangıç yaşı sınırlı verilere dayanmaktadır. Levhacığın sınırlarını oluşturan süreksizlik zonlarının ayrıntılı bir yapısal analizle gözden geçirilmesi önemli veriler sağlayacaktır. Simav, Söke, Edremit Körfezi gibi alanların önerilen modele göre ayrıntılı çalışılması önerilmektedir. Modelin daha sağlıklı anlatılabilmesi için süreksizliklerden bazılarında sağ yönlü doğrultu atımlı fay bileşenin yanında sol yönlü doğrultu atımlı fay bileşenli olabileceği dikkate alarak blokların rotasyonel hareket ettikleri kabul edilmiştir (Yılmaz vd., 2000). Ancak eldeki çalışmaların çoğunda sol yönlü doğrultu atımlı faylar görülmemektedir. Rotasyonal dönmelerin tasarlandığı alanlarda sol yönlü doğrultu atımlı fay izlerinin ortaya çıkarılması çok önemlidir. Makalede önerilen model bugüne kadar önerilmiş modelden farklıdır öneri tartışıldıkça daha belirgin şekle kavuşacağını düşünmekteyiz.
Tanımlanan bu modelde, ortaya çıkan tektonik kamanın şekillenmesinde 3 ana faktörün etkin olduğu düşünülmektedir. 1) KAF ve DAF arasında ortaya çıkmış olan Anadolu Bloğu’nun Batıya kaçışı, 2) bölgenin Güneybatısında bulunan dalma-batma zonunun üzerlenen bloğundaki çekme ve 3) Isparta Dirseği’nin günümüzde stabil olmasıdır. Bu etkenler içinde Anadolu Bloğu’nun Batıya kaçışı yaklaşık 1-2 cm olmasına karşın Güneybatıda üzerlenen bloğun çekimi ±3-4 cm’dir. Her iki faktörün etkisiyle Batıya doğru olan hareketin hız farkı, belli süreksizlikler kullanarak ortaya çıkarılmıştır.
Makale
Şaroğlu, F., Güler, B., 2020, Batı Anadolu Tektonik Kaması’nın Güncel Deformasyonu: Batıya Doğru Kaçıştan Kaynaklanan Blok Hareketleri. Türkiye Jeoloji Bülteni, S. 63 (2), s. 161-194. DOI: 10.25288/tjb.593423