Depremlerle Yaşamayı Öğrenen Bir Toplum: Japonlar

Dünyayı tsunami kelimesiyle tanıştıran Japonya oldu. Sözcük anlamı “liman dalgası” olan tsunami, deprem sonrasında meydana geliyor.

1707 yılında gerçekleşen ve Şikoku adasını etkileyen bir açık deniz depreminin binlerce kişinin ölümüne yol açtığı belirtiliyor. Japonya, birden fazla tektonik plakanın üzerinde bulunuyor ve yılda yaklaşık 1000 sarsıntı yaşıyor. Küçük sarsıntıların çoğu kamuya yansımıyor; Japonya’da yaşayanlar da orta boy depremleri soğukkanlılıkla karşılıyor.

Ancak bazı depremler hafızalardan silinmiyor. 1923 yılında Tokyo’yu vuran deprem de bunlardan biri. Büyük Kanto Depremi diye anılan 7,9 büyüklüğündeki deprem ve yol açtığı yangınlar, ahşap evleri yerle bir etmiş ve yaklaşık 100 bin kişi ölmüştü. 72 yıl sonra, ülkenin batısındaki liman kenti Kobe, 7,3 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Yolların çöktüğü ve binlerce binanın zarar gördüğü depremde, 6 bin 400 kişi öldü ve 400 bini aşkın kişi yaralandı.

Tokyo’yu büyük bir depremin daha beklediği düşünülüyor. Dolayısıyla Japonya, deprem müdahale mekanizmaları, altyapı ve vatandaşların olası felaketlere hazırlanması konularında büyük çaba harcıyor. Hükümet, izleme mekanizmalarına yoğun yatırım yaptı.

Bu mekanizmalardan biri de, 1952 yılında kurulan ve Japon Meteoroloji Ajansı bünyesinde yer alan Tsunami Uyarı Sistemi. Tsunami Uyarı Sistemi, altı bölgesel merkezde, karada ve denizde gerçekleşen sismik hareketleri inceliyor. Meteoroloji Ajansı, bu sistemi kullanarak herhangi bir depremden sonra 3 dakika içerisinde tsunami uyarısı yapabilmeyi umuyor.

Deprem olduğunda, büyüklük ve merkez bilgileri ulusal televizyonda yayınlanıyor, hemen sonra ise tsunami uyarısı yapılıp yapılmadığı belirtiliyor. Çoğu kent ve kasabada, acil durum bilgilerini duyurmak için kurulmuş hoparlör sistemleri var. Bazı kırsal bölgelerde ise, vatandaşlar yerel idareler tarafından dağıtılmış radyolardan tahliye talimatlarını dinleyebiliyor.

Çocuklar, okul yılları boyunca deprem sırasında sıralarının altına saklanmayı öğreniyor, yetişkinlere ise en yakın tahliye merkezlerinin neresi olduğu bildiriliyor.

Büyük şehirlerdeki yüksek binalar, depremde sarsılmak yerine sallanacak şekilde inşa ediliyor ve böylece daha güvenli oluyorlar. Kobe depreminin sonrasında binaları depreme güvenli hale getirmek için yeni bir yönetmelik oluşturuldu. Bazı yerel idareler, vatandaşların evlerini deprem güvenliği açısından denetleme hizmeti veriyor.

Kıyı bölgelerinden bazılarında depreme dayanıklı tsunami barınakları var; kimi bölgelerde ise su baskınlarını önlemek için setler inşa edilmiş. Belli bir büyüklüğün üzerindeki depremlerde ise nükleer santraller otomatik olarak çalışmayı durduruyor. Japonya, depreme en hazırlıklı ülkelerden biri; ancak son büyük depremin de gösterdiği gibi, tüm bu önlemlere rağmen, tehlike hala çok büyük.

Aşağıdaki hikâyede, BBC’nin Japonya muhabiri Hugh Levinson, son büyük depremde yaşananları ve etrafı faylarla kuşatılmış takımadada yaşayan Japonları anlatıyor..

Önce bir uğultu duyuldu, sonra her şey zangırdamaya başladı.

Tahta raflarda baş aşağı duran yüzlerce bira bardağı birbirine çarpmaya, şıngırdamaya. Konuşmalar yavaş yavaş azaldı ve birden kesildi. Önlerinde tempura ve suşi dolu tabakların ardından birbirine bakmaya başladı herkes. Sonra barmenin sesi duyuldu, “Çabuk olun, doğalgazı kapatalım.”

Hayatımda ilk kez bir deprem yaşıyordum, üstelik Japonya’ya taşınmamdan bir kaç gün sonra… Her şey normaldi aslında – herkes bu depremin ne kadar ciddi olabileceğine dair tahminler yürütüyordu.

“Ne zaman kalkıp dışarı kaçmalıyız? Masalarımızın altına mı saklanmalıyız? Ya da bir kapının altında mı durmalı? – hepimizin bildiği gibi bir odanın en sağlam yeri orasıdır, değil mi?”

Bir kaç dakika sonra, sarsıntı azaldı, konuşmalar çoğaldı, suşi ahçısı da ağır bıçağıyla doğrama tahtası önünde, işine koyuldu. Bir kaç saniye sonra, köşedeki televizyonda beyaz bir altyazı belirdi – tüm kanallarda aynı mesaj vardı – depremin büyüklüğünü ve merkezini bildiriyordu.

Beklenen büyük deprem değildi bu. Ama herkes, büyük depremin eli kulağında olduğunun da farkındaydı.

Peki ama ne zaman olacaktı, bu deprem?

Söylenenlere bakılırsa hayvanlar örneğin, balıklar depremi hisseder, sazan balığı sudan çıkmaya çalışır. Öyle ki Japon hükümeti sazan faaliyetlerini takip eden, sarsıntıları önceden hissedip hissetmediklerini inceleyen bir projeye dahi sponsor oldu.

Japonlar, her an bir doğal afet yaşanabileceği beklentisiyle yaşıyorlar. Seller, Kasırgalar, Yangınlar. Ve hepsinden önemlisi depremler ve bu depremlerin yaratacağı dev dalgalar.

Tsunami kelimesi boşuna Japoncadan gelmiyor.

Japonların geleneksel dini Şinto, bir tür animizmdir, yani her nesnenin bir ruhu olduğuna inanılır. Ağaçların, dağların kutsal ruhundan bahsedilir.

Japon adaları, devasa bir fay hattının üzerine bulunuyor.

Japonya deyince akla ilk gelenlerden biri, Fuji yanardağının volkanik zirvesi. Kayalardaki çatlaklardan kaynar su buharlaşır. Doğal kaplıcalar, Japonya’nın en hayranlık uyandıran özelliklerinden biridir ve istismar edilegelmişlerdir.

Jigoku, cehennem
Beppu kasabasında pis kokulu, sülfürlü suyun yerkabuğundan yüzeye çıktığı yerlere kurulu onlarca havuz görebilirsiniz – ama asıl cazibesi olan; gaddar, ürkütücü gözlü Tanrı heykelleriyle çevrili, koyu kırmızı bir havuzdur. Adı Jigokudur, cehennem yani.

Yeryüzünün herhangi bir an, tüm güçlerini kendilerine karşı kullanabileceğini bilmeyen Japon yoktur. 1923 yılında yaşanan Kanto depremi, Tokyo’yu mahvetmişti. Tahta evlerden oluşan kenti, alevler sarmış, 140 bin kişi hayatını kaybetmişti. O tarihten bu yana Kanto vadisinin nüfusu aşırı büyüdü, dağlardan denize doğru birbirine bağlanmış kentler dizisi oluştu. Burada herkes yerkabuğunun derinlerindeki tektonik plakalar arasındaki enerjinin er ya da geç açığa çıkacağını biliyor. Herkes hazırlık yapıyor. Okullar, kamu çalışanları düzenli olarak depreme hazırlık tatbikatlarına katılıyor örneğin.

Bu tatbikatlar bir hayli de çarpıcı oluyor. Japon yetkililer, koltuk ve yemek masasının bulunduğu göstermelik bir oturma odası hazırlıyorlar. Bir duvarı olmuyor; bu sayede içini görebiliyorsunuz. Oda olduğu gibi bir kamyonun içinde, bir makineye bağlı. Bu mekanizma, yavaş yavaş odayı bir sağa, bir sola sallıyor – bir kaç günde bir hissettiğiniz alışıldık depremleri temsili olarak canlandırıyor. Perdeler dalgalanıyor, masanın üzerindeki tabaklar kaymaya başlıyor. Sarsıntının şiddeti, yavaş yavaş artıyor; giderek daha da şiddetleniyor, tabaklar, çatal bıçaklar etrafa saçılıp kırılıyor, eşyalar bir o yana bir bu yana savruluyor. Bu sahneyi sadece izlerken bile, karnınıza bir ağrı saplanıyor… Ve bu sadece temsili bir deprem… Üstelik gayet orta büyüklükte bir deprem, canlandırılan.

Fanilik ve deprem kültürü
Her an yaşanabilecek bir felaket duygusu, Japon geleneksel kültürünün içine işlemiş adeta. Japon kültürü; inceliği, faniliği anlatır, hiçbir şeyin sonsuza dek aynı kalmadığını söyleyegelir, bunu över.

Örneğin kiraz çiçekleri, doğanın en güzel ifade bulduğu örneklerden biri, çünkü en olgun zamanına erişir erişmez yaprakları düşer. Denir ki Samuraylar aynı kiraz çiçekleri gibi, her an ölüme hazır yaşamlar sürerler ve yaşamlarından aynı şekilde feragat edebilirler, çünkü önemli olan onurun korunmasıdır. Bambuya özel esnekliği veren de Zen öğretisidir. Bambu çubuğuna biraz güç uygulayın, eğilip bükülebilir ama kırılmaz. Japonlar bu nedenle evlerini hafif ve tahtadan yaparlar. Derler ki, bunun sebebi bir deprem olduğunda aynı bambu gibi, yıkılmaktan çok sallanması içindir.

Tokyo şehri, tarih boyu olağanüstü bir direnç sergileyegeldi. Dev depremden yirmi – yirmi beş yıl sonra, 1945 yılının Mart ayında Amerikan B29 uçakları, kentin tahta evlerini bombaladı. Bunun yol açtığı alev fırtınası, bir gecede 100 bin can aldı.

Büyük bir afeti beklemek Japonların yaşamının bir parçası: üstelik sazan balıklarının da depremi tahmin etmekte fazla bir yarar sağlamadığı anlaşıldı. Onca tecrübeye rağmen, bir sarsıntının ne zaman vuracağını ise bizlerden daha fazla bilemiyorlar.

Özetle; Japonlar için deprem, yok edilmesi gereken bir düşman değil, anlaşılması ve birlikte yaşanması gereken bir gerçekliktir. Bu nedenle Japonya’da deprem; fiziksel olarak yönetilir, kültürel olarak içselleştirilir ve felsefi olarak kabullenilir.

Kaynakça
BBCTürkçe, Japonya depremlere nasıl hazırlanıyor?, 24 Eylül 2011 tarihinde ulaşıldı.
BBCTürkçe, Fay hattı üzerinde adalar ülkesi, Japonya, 24 Eylül 2011 tarihinde ulaşıldı.
BBCTürkçe, Japonya’da gökdelen korkusu, 27 Eylül 2011 tarihinde ulaşıldı.

Tektonik plakalarla kapana kısılan Japonya. Görüntü: volcanolovers.net